Mibekc

  • Anasayfa
  • GÜNLÜK
  • SİNEMA-DİZİ
  • KİTAP
  • TEKNOLOJİ
  • "O"
Sırf bi yazı okumuş olmak için; bu yazıyı okumadan önce, kitabınızı mok etmeden önce gidip kitabı okuyunuz lütfen. Bu yazıyı direk okursanız kitabın içeriğine dair çok fazla şey bulup yazıdan sonra okumak istemeyebilirsiniz.

Geçen haftalar okuduğum kitaptır kendileri Modern Klasikler Serisinden okudum ben. Ancak nedeni anlaşılmayacak derecede ince bir kitap.

Durun durun hemen yargılamayın kitaplar sayfa sayısına göre değerlendirilmez biliyorum. Sadece kitabın içeriğinin o kadar az sayfaya sığdırılması bana etkileyici geldi onu demek istiyorum.

Kitapta hepimizin bildiği bir oyun olan satrançtan bahsedilmiş ama herkes gibi bende sanki asıl olay satranç değilmiş gibi düşünerek; kitabın anlattığını anlamış olmamla, yani felsefesini bi nebzede olsa çözebilmemle övünüyorum şuan.

Kitap aynı diğerleri gibi; yani dünya üzerindeki tüm kitaplar gibi belli olayları sıraya koyup anlatıp yaşamış gibi olmanızı sağlamıyor. Yani yalnızca bunu yapmıyor başka şeylerde katıyor bence insana. İnsanlığın gereğinden olan felsefe, dünya görüşü, insan aciziyetini ortaya koyan bir anlatıma sahip.

Kitapta geçen ilahi adalet mi desek ne desek bi şekilde dünyaya satranç oynama becerisiyle gelen birinden bahsediliyor yada bu çocuk yıllarca hiç oynamadan izleyerek doğuştan gelen anlama yetisi sayesinde dünyanın satranç şampiyonu oluyor falan.

İşte tam bu noktada heh tamam esas oğlan bu diyoruz ve kaptırıyoruz. Şimdi hikaye başlayacak çocuk güzel şeyler yaşayacak okuyacağız derken, bu noktada yazarın sürprizi geliyor.

Yazarın bahsettiği şey doğuştan gelenle sonradan öğreneni birazda çarpıştırmak, yani ben böyle düşünüyorum. Diğer oğlan yıllarca oynayıp, çalışıp, didinip herşeyini verip geliştiriyor kendini. Birazda mecburiyetten, oha ya abarttım tamam baya baya zorunluluktan kafayı yememek için oynayıp geliştiriyor kendini.

İşte bu yazarın vurguladığı felsefede birazcık burada açığa çıkıyor. Olaylar gelip geçiyor ve bir gemi yolculuğunda karşılaşan bu iki kişi aslında herkesin çokta arzulamamasına rağmen oynuyorlar bi yada bi kaç kez.

Orada anlatılmak istenenin tamamen satranç olmadığını buradan sonra anlıyoruz. İnsanın yapmak istediği yada hayatının bi döneminde yaptığı şeylerin daha sonra saçma bi hal alabildiğini bu aldığı halin sonraları çokça şeyi engellediğini ve bazı şeyleri hayatımız boyunca sadece yapmış olduğumuz için devam ettirdiğimizi o anlarda anlıyoruz.

Yani burada demek istediğim şu; insanlar hayatları boyunca belli şeylere saplanıp kalırlar. İlk başta herşeyin onu başarmasına bağlı olduğunu düşünürler ama bi bakarlarki onu başarmışlar ve hala hiç bi mok yapamamış hissediyorlar. İşte hepimizin mutsuzluğunun sebebi bu değil mi? Okul bitmeli, bitmeli, bu sene kesinlikle bitmeli, bitmeliiiiiiiiggggggg diyoruz ve neticesinde okul o sene bitiyor. - çok bi mok olcakmış gibi dört seneliği dört senede bitiriyoruz. - ve bakıyoruz ki asıl amaç o değilmiş başka amaçlar edinmeliymişiz. Kitapta bunu anlatıyor biraz.

Yani kısacası insan bazı şeyleri sırf daha önceden yaptığı veya onu yapabildiği için devam ettiririr. Bazen hiç yapmak istemesede bu ve bunun gibi sorunlar yüzünden yapmaya devam eder.


Yada baÅŸka bi bakış açısıyla diÄŸer kiÅŸi, esas oÄŸlan tarafından bakalım olaya.  Bu taraftada olaylar tam tersine geliÅŸiyor. Adam deli gibi oynamak, onunla yatıp, onunla kalkmak, hep yenmek, galip gelmek istiyor, yanıyor, tutuÅŸuyor, deliriyor ama gel gör ki buda adamın deliliÄŸine sebep açıyor.

İnsan bişeyi isteyince delirebiliyor onun için çıldırabiliyor. Bu bakış açısıda insanın aç gözlülüğünün, kontrolü kaybetmesinin ne denli büyük yıkımlara yol açabileceğini gösteriyor.

İşte yazarın bize vermek istediği ders bu bence; hem kendini çok büyük görme, kaybetme yani olduğunun kıymetini bil o kadar yaşa. Fazla zorlamakta bazen iyi değil, ipleri iyice elden bırakmakta. İnsan herşeyi ölçüsünde yaşadığında insanlığını yaşar, abartı insanı insanlığından uzaklaştırandır her konuda.



Dün akşamda bahsetmiştim; yalan söyledim "O"na diye yatıyorum dedim ve yatmadım.

Sabah çok sancılı oldu uyanış ve ilk mesajlaşmalar. Öyle çok gönül koymalık anlar yaşamadık belki ama genede baya bozulmuş sinirlenmiş gece öyle yazıp bırakmama.

Sonuçta o berbat halimi mesajımdan anlaması uzun bile sürse, ilk başlarda beni çok sallamayıp konuyu savuşturmaya da çalışsa anlamıştı bişeylerin beni fena bozduğunun.

Bakmayın böyle yazdığıma farkındayım bozuk insanlarla mesajlaşmanın ne denli zor olduğunun sadece hoşlanmadım o an beni öyle pek sallamamasından. Neyse öyle işte ilk beş mesaj salladı sonra baktı atlatamıyorum sordu.

Bu seferde ben tersledim sanırım tek söylediğimin uyumak istiyorum sabah erken kalkacağım oluşu hiç birimizin hoşuna gitmeyen bişey olurdu neticede. Neyse öyle işte baya bi zıtlatmıştık o yazıyı yazıp sizle paylaşmadan önce ve üç denemeden sonra beni açamayınca sinirlenip oda yarın hesabını sorma kararı almıştı benden.

Sabah soğuk mesajlar; zaten havada soğuk anasını satıyım hiç çekilmiyomuş bu soğukta sevgiliden gelen soğuk mesajlar diye düşünürken, gelmeyen mesajlar oluşmaya başladı ve o dahada çekilmez bi hal aldı. Neyse ki ben üçüncü ders olması gereken süredeki ancak hiç ara vermemeyi tercih eden hoca neticesinde kopmuş bulunduğum ders sırasında birden geliverdi o çekilebilir hatta şiddetle arzulanan sorgu-sual kısmıyla karmaşık tatlı mesajlar.

Halletmemiz uzun sürmüyo bu tür sorunları "O" pek öyle biri değil, trip sevmiyor, samimiyet sevmiyor, samimiyetsizlik sevmiyor. Enteresan biri mesela girseniz aynı ortama hiç bişey sormasanız oda hiç bişey söylemez zannımca. Ancak sizede pek bişey sormaz onu rahatsız etmedikçe. Rahatsız ederseniz sinirlenir ama onu azcık tanıdıysanız onu rahatsız ettiğinizdeki o sinirli hali size öyle tatlı gelirki tadından yenmez.

Hiç söylemedim ve söylemicem tabiki bu sinirlilik halinin bana tatlı falan geldiğini "O"na.

Neyse yani netice budur. Dün akşamı çokta fazla gayret sarf etmeden öyle kendiliğinden düzeltmiş oldum yada "O" mu düzeltmiş oldu emin değilim.

Metrodan inmeden arkadaşımla konuştuk bayaca. O akşam yaşadığımız şey aslında hiçte birşey değil sanırım sadece kendimi fazla bunaltıyorum. Özenmiyorum yada istemiyorum o site gibi yerlerde oturmayı yaşamayı diye düşündüm. O metrodan indikten sonra.

Sonrasında çok düşündüm metroya geçerken keşke yanımda bir kitap olsa açsam okusam dedim. Kitaba sığınmak istedim son zamanlarda çok yaptığım şey bu sanırım. Canım sorumluluklardan kaçmak istediğinde yada bunaldığımı hissettiğimde kitaplara sığınmak. Ne zaman ders çalışmak istemesem dur şu bölümü, şu on sayfayı daha okuyayım da öyle çalışırım diyip kaçıyorum.

O an farkettim ki çantamdaki tek kitap ders kitabı yani ya test çözecektim yada öyle aptal aptal takılıp gidecektim metro boyunca gideceğim yere bunları düşünürken zihnim, ağzımda birden bire dualar dolandığını hissettim kendimce önceden gelen öğretilerim nedeniyle olsa gerek sıkışınca kendinden daha üstün bir varlığa sığınma ihtiyacı hissetmiştim sanırım. Her neyse yanımda o aptal ders kitaplarından başka bişey yoktu ve yol boyunca aptal aptal takılacaktım.

Telefonu çıkarıp yüklü olan o üç-beş oyundan birini oynuyorum hep ona girdim. Bi iki kez oynadım baktım oda sarmıyor; oturdum ve metroyu bekledim sadece. Metroda sonuncusuydu zaten 00:00 metrosu; duraktakileri inceleyeyim dedim bir kaçı işten çıkmış çoğu yada hepsi çok yorgun insanları inceledim. Daha sonra solumdaki kolonun arkasındaki bankta oturan sevişken çifti ve onun yanındaki usturuplu çift ve aralarındaki kızı gördüm. Onlarda da enteresan bişey yoktu buda çok sıkıcı olmaya başlamıştı ki metronun demirden oluşan o tekerleklerinin demirden oluşan raylara sürtme bize doğru yaklaşma sesi uzaktan gelmeye başladı. Tam derin bir oh çekip sevinmiştim ki; farkına vardım aslında sevinilecek bişey yoktu halimde.

Hala kafamdaki karamsar noktayı atamamıştım. İnsanların hiç bir anatomik farklılık yada hiç bir yeteneği olmamasına rağmen diğerlerinden üstünmüşçesine o kadar rahat ve lüks içinde yaşaması bu düşünce kafamdan uzaklaştıramadığım bişeydi. Sırf zengin doğdun diye zengin ölmek zorundamısın kardeşim nasıl yani ya hayır tabiki dimi istersen hepsini bi güzel yiyip fakir hatta donsuz bile ölebilirsin.

Ama biz orta direkler yada fakirler öylemi biz geldiğimizde bile kıçımızda donumuz olup olmadığından emin değildik, şuan giyebilceğimiz donumuz için şükrediyoruz ve gelecekte giyebilceğimiz donumuz olacak mı ondan bile emin değiliz. Çok sinir bozucu bir durum bilinmezlikler deryası.

Şuan en özendiğim hayat tarzı bir ege sahilinde kasabanın birinde kendi domatesimi yetiştirmek değil bunu her insanın isterse yapabileceği bir sistem oluşturabilmek tek hayalim. Hatta bununda ötesinde insanların ülke sınırlarını aşması ve bazı şeylerin bu alışılagelmiş yüzyıllardır salakça uygulanan uluslararası bir aptallık sisteminden çıkması şuanki hayalim.

Neyse konumuza dönelim ben metrodan inmek için hareketlendiğim sırada sevişken çiftte bir devinim yoktu halen devam ediyorlardı aynı durumda takılmaya çocuk gözlerini kapatmış kızsa başını onun alnına yaslayıp çekip birşeyler söylüyordu. -Sürekli birşey yada bişey diye değiştirdiğimin farkındayım. Bu yazılar sadece bir tür stres atma bir anlatıyı birileriyle paylaşma derdi olduğundan olan şeyler bunlar. Ticari amacı olsa bende kesme işareti, virgül, nokta kullanıp uzun devrik cümleler yazmazdım.- Tamda indiğim durakta inecekmiş meğer sevişken çift arkamdan ayağa kalkıverdiler çaprazımda oturdukları koltuklardan, ben indim peşimden onlar yürüyen merdiveni hedef edindimki onlar birbirine dönüp sarılırlar bende böylece onların mıç mıç seslerinden çok uzaklaşmış çoktan gitmiş olurum diye düşündüm gideceğim yere.

Ancak pekte düşündüğüm gibi olmadı merdivenler bitti ben turnikeleri geçtim ve evet sanırım ulaşmak üzereydim hedefime yoktular peşimde taki ben metroda hep utana sıkıla ilerlediğim asansörü görene kadar hedeflediğim gibiydi herşey artık onlardan çok uzaktaydım.

Tabiki utanmıyorum asansöre bindiğim için bu metrolar tam anlamıyla saçma bir şekilde yapıldığından hiç utanmıyorum. Yerin altından yüz kırk metre yukarı çıkmak için yürüyen merdivenler kullanıp üç kere başladığım noktaya yürümeyeceğim tabiki. Haklıyım yani asansör hakkımdır engellenemez! Ancak şu noktada bir fark var eğer yaşlı veya engelli biri varsa her zaman öncelik onundur bu konuda sağduyulu davranıyorum her zaman.

Asansöre doğru baktım ve önünün günün normal vakitlerinde asla olmayacak şekilde bomboş olduğunu gördüm. Aklımdan yetişebilirlermi diye düşündüm aklımdaki o aptal tilki onlar hiç yürümemiştir hem asansör aşağıdaysa çoktan binmiş kapıyı kapatmış olursun yürümüş olsalar bile fikirini ortaya attı bende ilerledim ve sürpriiiiiizzz asansör yüz kırk metre yukarda. Bastım düğmeye ve olabildiğince çabuk gelmesi için dua etmeye başladım.

Ancak o gelene kadar bizim sevişken mıç mıç tim turnikelerden bana doğru ilerlemeye başladı bile birden bütün hevesim kaçtıysada o asansöre bindim. Asansöre binerkende acaba önde durup arkamda rahatça sevişseler mi yoksa ben arkada durayım yapamasınlar ben rahat rahat yukarı ulaşayım mı diye düşündüm ve arkada durmayı seçtim. Ancak hiçte kafamdaki gibi olmayacaktı. Daha asansöre biner binmez çocuk asansörün camdan duvarına yaslandı ve kızda ona yaslanıp sarılıştılar. Yukarı doğru ilerlerken mıç mıçlaşmaya ve sevişgenleşmeye başlarlarken kapılar kapandı. Kafamdaki rahatça yukarı çıkma fikrini hiç yaşamadım değil en azından çokta ileri gitmedilerde yüzde yirmi rahatlıkla yukarı ulaştık kapılar açıldı önce onlar indi önde oldukları için ben o sırada çoktan yürüyen merdivenlere binmeden taktığım kulaklığımda müzik dinlemeye başlamıştım bile.

Asansörden çıktık kız çocuğa dönüp bişeyler söylediyse de ben kulaklık ve sona yakın sesi sayesinde onları duymadım ama göz ucuyla saniyelik vedalaşmalarını izledim. Yarım dudak yarım yanak öpüşmelerini ve vedalarını görmüştüm. Kız çocuğa gideceği yeri eliyle işaret etti bişeyler daha söyledi ve hızla dönüp gideceği yere doğru koşmaya başladı.

O sırada kulaklıklarım ve ben yürüyerek tarihi surun içinden gececektik hava kararınca burası ne etkileyici bir yer oluyor diye düşündüm. Hatta uzun zamandır düşündüğüm klip çekimini burada yapabilirim diyede düşündüm. Hatta burda bir dizi bölümü bile çekilebilir lan diye düşündüm. Sonra surdan geçtim ve günde bi milyon kişinin geçtiğini düşündüğüm o bir kaç yol birleşimi noktadan geçtim. Gideceğim yöne doğru döndüm.

He bu arada hala kafamdan geçen o aptal karamsarlığı bir yandan düşünüyorum ve tamda surdan geçmeden önce o aptal koca sarı ışıklı sokak lambası tam ben altından geçerken sanki içimdeki karamsarlığı hissetmişte beni daha karamsar yapmak istermişcesine söndü. Yukarı doğru bakıp ona bir güzel küfrettim; kulaklıklarım vardı duyuldu mu emin değilim belkide içimden ettim emin de değilim. Sonuçta kafamda çok önemli ve aptal olduğunu düşündüğüm karamsarlık var.

Döndüğüm yol arnavut kaldırımlarından oluşmaktaydı ve oldukçada uzun tarihi bir yol ordan giderken hep aynı şeyi düşündüm neden insanlar bu kadar ayrı şartlarda yaşamak zorunda yada zorunda mı? Bunları düşünürken yerdeki çınar yaprakları dikkatimi çekti. Daha önce hiç farketmemişim bu sokakta çınar ağaçları olduğunu kendimi nasılda günlük heyecanlara kaptırmışım bi kez daha anladım bu sayede.

Yerde duran birazı olmayan çınar yaprağı hafif esen rüzgarla havalanıp diğer tam olan çınar yaprağının yanına uçtu bunlarda olmasa sonbaharın anlamı olmazdı heralde diye düşündüm. Bir yanda o aptal karamsarlık bir yanda sonbaharın güzellikleri yada kışın bilemiyorum sonuçta şuan Aralıktayız ve Aralık kış ayı sayılmakta. Neyse öyle yani çınar yaprakları arnavut kaldırımlarına düşünce güzel bir görüntü enteresan görüntüler oluyormuş onuda bu akşam bir kez daha farkettim.

Varacağım noktaya doğru hızla ilerlerken içimde bir yerlerde de hissetmedim değil tek başıma gidip iki tek atma ihtiyacını uzun zamandır yapmıyorum nede olsa özlemişim. Ancak hiç yeri ve zamanı değil böyle bişey yapmak için.

Geldim gene istemeye istemeye geldiğim kaldığım ama bana sağladığı şartları çok olan minik yuvama. Mutlumuyum yetecek kadar. Hayatın zevkini herşeye rağmen çıkarabilen ender insanlardanım sanırım. Belki çok zengin değilim yada yeterince bile param yok, bir işim yok, geleceğim belirsizliklerle dolu ama şuandan zevk alabiliyorum.

Sanırım bu akşam ki bu yazıyı yazabilmek için söylediğim yalanlardan dolayı bazı insanlardan özür dilemeliyim. Gelirken hissettiğim negatif enerjiyi şuan attım ama bu yazmam sayesinde mi oldu emin değilim. Gene de bu salak hallerimi çektiği için "O"na, gelirken metroda konuştuğum arkadaşıma ve son bir kaç aydır olmak üzere çok yakın arkadaşım diyebileceğim çok uzun zamandır tanıdığım öteki arkadaşıma bir özür borçluyum. Hepsine yatacağımı söyleyip yatmayıp bunu yazdığım için hepsinden özür dilerim.
Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa

Popular Posts

  • Az önce farkettim...
    İnanılmaz bi yağmur başladı İstanbul'da. Camdan baktığımda gördüm sarı ışık veren sokak lambalarının aydınlattığı arnavut kaldırımlarını...
  • Güzel bi İstanbul günü
    Uzun zaman olmuş yazmayalı onu farkettim az önce o yüzden bi yazayım dedim ve farkettim ki aslında yazacak bişeylerim oluvermiş. Bugün güz...
  • İstiyorum ama bırakamıyorum, tıpkı bi tür bağımlılık gibi...
    Yağan yağmur sanırım bugün yazma duygularımı kabartan şey. Çünkü deminden beri yazıp yazıp sildiğim şeylerden farkettim aslında yazmak i...
  • Arnavut kaldırımları sonbaharda daha mı güzel?
    Metrodan inmeden arkadaşımla konuştuk bayaca. O akşam yaşadığımız şey aslında hiçte birşey değil sanırım sadece kendimi fazla bunaltıyorum. ...
  • Dün akÅŸam ki özür daha tam yerini bulmadı.
    Dün akşamda bahsetmiştim; yalan söyledim "O"na diye yatıyorum dedim ve yatmadım. Sabah çok sancılı oldu uyanış ve ilk mesajlaşma...

Labels Cloud

"O" GÜNLÜK KİTAP SİNEMA-DİZİ

Blog ArÅŸivi

  • ►  2016 (6)
    • ►  Haziran (1)
    • ►  Mayıs (2)
    • ►  Nisan (1)
    • ►  Åžubat (2)
  • ▼  2015 (3)
    • ▼  Aralık (3)
      • Satranç - Stefan Zweig
      • Dün akÅŸam ki özür daha tam yerini bulmadı.
      • Arnavut kaldırımları sonbaharda daha mı güzel?
Blogger tarafından desteklenmektedir.
Copyright © 2015 Mibekc

Created By ThemeXpose