Satranç - Stefan Zweig

Sırf bi yazı okumuş olmak için; bu yazıyı okumadan önce, kitabınızı mok etmeden önce gidip kitabı okuyunuz lütfen. Bu yazıyı direk okursanız kitabın içeriğine dair çok fazla şey bulup yazıdan sonra okumak istemeyebilirsiniz.

Geçen haftalar okuduğum kitaptır kendileri Modern Klasikler Serisinden okudum ben. Ancak nedeni anlaşılmayacak derecede ince bir kitap.

Durun durun hemen yargılamayın kitaplar sayfa sayısına göre değerlendirilmez biliyorum. Sadece kitabın içeriğinin o kadar az sayfaya sığdırılması bana etkileyici geldi onu demek istiyorum.

Kitapta hepimizin bildiği bir oyun olan satrançtan bahsedilmiş ama herkes gibi bende sanki asıl olay satranç değilmiş gibi düşünerek; kitabın anlattığını anlamış olmamla, yani felsefesini bi nebzede olsa çözebilmemle övünüyorum şuan.

Kitap aynı diğerleri gibi; yani dünya üzerindeki tüm kitaplar gibi belli olayları sıraya koyup anlatıp yaşamış gibi olmanızı sağlamıyor. Yani yalnızca bunu yapmıyor başka şeylerde katıyor bence insana. İnsanlığın gereğinden olan felsefe, dünya görüşü, insan aciziyetini ortaya koyan bir anlatıma sahip.

Kitapta geçen ilahi adalet mi desek ne desek bi şekilde dünyaya satranç oynama becerisiyle gelen birinden bahsediliyor yada bu çocuk yıllarca hiç oynamadan izleyerek doğuştan gelen anlama yetisi sayesinde dünyanın satranç şampiyonu oluyor falan.

İşte tam bu noktada heh tamam esas oğlan bu diyoruz ve kaptırıyoruz. Şimdi hikaye başlayacak çocuk güzel şeyler yaşayacak okuyacağız derken, bu noktada yazarın sürprizi geliyor.

Yazarın bahsettiği şey doğuştan gelenle sonradan öğreneni birazda çarpıştırmak, yani ben böyle düşünüyorum. Diğer oğlan yıllarca oynayıp, çalışıp, didinip herşeyini verip geliştiriyor kendini. Birazda mecburiyetten, oha ya abarttım tamam baya baya zorunluluktan kafayı yememek için oynayıp geliştiriyor kendini.

İşte bu yazarın vurguladığı felsefede birazcık burada açığa çıkıyor. Olaylar gelip geçiyor ve bir gemi yolculuğunda karşılaşan bu iki kişi aslında herkesin çokta arzulamamasına rağmen oynuyorlar bi yada bi kaç kez.

Orada anlatılmak istenenin tamamen satranç olmadığını buradan sonra anlıyoruz. İnsanın yapmak istediği yada hayatının bi döneminde yaptığı şeylerin daha sonra saçma bi hal alabildiğini bu aldığı halin sonraları çokça şeyi engellediğini ve bazı şeyleri hayatımız boyunca sadece yapmış olduğumuz için devam ettirdiğimizi o anlarda anlıyoruz.

Yani burada demek istediğim şu; insanlar hayatları boyunca belli şeylere saplanıp kalırlar. İlk başta herşeyin onu başarmasına bağlı olduğunu düşünürler ama bi bakarlarki onu başarmışlar ve hala hiç bi mok yapamamış hissediyorlar. İşte hepimizin mutsuzluğunun sebebi bu değil mi? Okul bitmeli, bitmeli, bu sene kesinlikle bitmeli, bitmeliiiiiiiiggggggg diyoruz ve neticesinde okul o sene bitiyor. - çok bi mok olcakmış gibi dört seneliği dört senede bitiriyoruz. - ve bakıyoruz ki asıl amaç o değilmiş başka amaçlar edinmeliymişiz. Kitapta bunu anlatıyor biraz.

Yani kısacası insan bazı şeyleri sırf daha önceden yaptığı veya onu yapabildiği için devam ettiririr. Bazen hiç yapmak istemesede bu ve bunun gibi sorunlar yüzünden yapmaya devam eder.


Yada başka bi bakış açısıyla diğer kişi, esas oğlan tarafından bakalım olaya.  Bu taraftada olaylar tam tersine gelişiyor. Adam deli gibi oynamak, onunla yatıp, onunla kalkmak, hep yenmek, galip gelmek istiyor, yanıyor, tutuşuyor, deliriyor ama gel gör ki buda adamın deliliğine sebep açıyor.

İnsan bişeyi isteyince delirebiliyor onun için çıldırabiliyor. Bu bakış açısıda insanın aç gözlülüğünün, kontrolü kaybetmesinin ne denli büyük yıkımlara yol açabileceğini gösteriyor.

İşte yazarın bize vermek istediği ders bu bence; hem kendini çok büyük görme, kaybetme yani olduğunun kıymetini bil o kadar yaşa. Fazla zorlamakta bazen iyi değil, ipleri iyice elden bırakmakta. İnsan herşeyi ölçüsünde yaşadığında insanlığını yaşar, abartı insanı insanlığından uzaklaştırandır her konuda.



Unknown

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder